Football Manager kariyer hikayelerimize kaldığımız yerden hız kesmeden devam ediyoruz. Siesta adını verdiğimiz İspanya kariyerimizin 1. bölümü sizlerle.
“Futbol istatistikleri mini eteğe benzer. Birçok şeyi gösterir ancak asıl merak edileni göstermez.” Sir Alex Ferguson
Milan kariyerim bu cümle ile çok uyumluydu. Üç sezonun istatistiklerine bakıldığında hep listenin en başındaydık, zaman zaman kupalara ismimizi yazdırmayı başarsakta, hedefimiz olan Şampiyonlar ligi hala listemizde bulunmuyordu. Bu serüvene başlamadan önceki ilk hedeflerimden biri, İtalya liginin değerini tekrardan arttırmaktı. Avrupa’nın bir numaralı kupasını getiremesekte, iki numaralı kupa ve bir Şampiyonlar ligi yarı finali ile bunun bir nebzede olsa başarabildiğime inanıyorum. Milan ile üçüncü sezonumun sonunda takımdan ayrılmaya karar verdim. (Öncelikle kariyer hikayesine başlamadan önce Milan ile yapmış olduğum kariyerin 1.sezonuna ve 2.sezonuna göz atmayanları ilgili yazılara göz atmaya davet ediyorum. İlk 3 sezonu okuduysanız yazının devamından keyfi almanızı dilerim. (Italian Job kariyerimizin 1. sezonuna buradan,2.sezonuna buradan, 3 sezona ise buradan ulaşabilirsiniz)
Önceliğim İtalya liginde kalmaktı, buradaki başarılarım sayesinde teklifler alabileceğimi düşünüyordum. Özellikle Juve koltuğu boşken oraya göz kırpıyor gibiydim. Temmuz’un ortasına kadar istediğim teklifler gelmedi, gelen tekliflerde çok cazip değildi. Daralan süre içerisinde bir kulüp bulmak zorundaydım. Kısıtlı zaman kaldığından, tekliflerde çok fazla seçici olamamaya başladım.
Yeni takım yeni umutlar
2021/2022 sezonuna Diego Simeone’den boşalan Atletico Madrid koltuğunu devralarak start verdim. Pek fazla düşünmediğim İspanya ligini çekimser kabul etmiştim ama aklımda burada kendimi kanıtlayıp İspanya’nın köklü kulüplerinden (Real Madrid veya Barselona) birine gitmek vardı. Bu doğrultuda Milan takımına göre daha çok çalışmam gerektiğinin farkındaydım ve bu farkındalık ile transfer çalışmalarına, takım kimyasını kurmaya başladım.
Takımın genel kimyası düzgündü, tek sorun ben takımın başına geçmeden önce yıldız isim Saul’un Chelsea’ye 90 milyon avro karşılığında satılmasıydı. Saul oyun planlarımın içerisinde kullanmak isteyeceğim bir oyuncuydu ama buna engel olamadım.
Çok fazla transfer harcaması yapmak istememiştim, takımın geneline güveniyordum ve ilk sene başarıdan çok ligi tanımayı, sistemimi oturtmayı düşünüyordum. Yönetimin beklentisi de bu yöndeydi.
Saul dışında kendi isteğimle takımdan birkaç oyuncu ile yolları ayırdım. Efsane isim Godin’i 3.9 milyona avroya Shaktar’a yolladım. Taraftarlar ve yönetim tarafında pek hoş karşılanmayan bir hareketti ancak Godin’i oyun planlarımın içerisinde düşünmüyordum.
Thomas Partey ve Vitolo’nun satışıyla beraber iyi bir transfer bütçesi elde etmiştim. Çok fazla transfere ihtiyaç duymuyordum, sadece kiralık oyuncular ve bir yıldız isim ile transfer sezonunu kapatmam lazımdı.
Genç, Dinamik ve Yıldız
Sözleşmesi bitmesine bir sene kalan Ivan Rakitic’i orta sahaya kazandırmayı başarmıştım. Benim için oyunumun büyük bir parçası olmuştu. Kaleyi yedeklemek için ise Alex Blesa’yı ucuz bir rakam ile kapatmıştım. Diğer tüm transferlerimi kiralık, ileriye dönük satın alma opsiyonlu kiraladım. Milan’dan öğrencim Riccardi ile Galatasaray’ın parlayan yıldızı Ozan Kabak ilk 11’in önemli oyuncusu olmuşlardı.
Beklentinin üzerinde bir sezon
Üç kulvarda yarışacaktık. Koke, Lemar, Griezman, Costa, Rakitic, Gelson Martins gibi harika isimlere sahiptim ve tüm kulvarlar için savaşmaya yetecek güce sahiptim.
Lig
Namağlup harika bir hazırlık sezonunun ardından lige başladık. İkide iki galibiyetin ardından Madrid derbimiz vardı ve dönüşü Şampiyonlar ligi deplasmanıydı. İlk derbimden 3-3lük skor ile ayrıldım. Son şampiyonu evinde 90+7 de yediğim gol ile elimden kaçırmıştım ama onlar için korkulu bir rüya olacağımın sinyallerini ilk maçımdan vermeyi başarmıştım.
Eylül 11’de oynadığım bu maçın ardından 6 Kasım Girona maçına kadar Lig ve Şampiyonlar ligi dahil hiçbir maçta yenilgi yüzü görmedim. Harika bir sezon başlangıcı yapmıştım ve yönetimin bile beklentisinin üzerinde bir performanstı.
İkinci derbim Barselona maçı öncesi Girona’dan aldığımız 2-0lık yenilgi sürpriz olmuştu, bu yenilgi Barselona maçına daha konsantre çıkmamıza sebep olmuştu.
Bir diğer büyük sınavım Barselona deplasmanından 3-1 skor elde etmiştim. Lemar, Koke ve yeni transfer Pellegri’nin ayağında bulduğum goller ile yakaladığım skoru, ikinci yarıda koruyup mutlu bir şekilde Madrid’e geri döndük.
Harika Barça galibiyetimizin ardından Şampiyonlar ligi maçına çıkmıştık, o maçın yorgunluğundan olsa gerek dönüşündeki Tenerife maçı bizim için kabus gibi geçmişti. Hiçbir varlık gösteremediğimiz bu maçı 1-0 kaybetmiştik. Bu maç Kasım ayının son günlerinde oynanmıştı, o günden sonra ligde hiç mağlubiyet yüzü görmedik ta ki sondan bir önceki Valencia yenilgisine kadar.
Bu süreç içerisinde Barselona ve Real Madrid’i evimizde 2-1 ve 1-0 skorlar ile devirmiştik. Sezon boyunca harika bir performansımız vardı aslında. Toplamda üç mağlubiyetimiz bulunuyordu fakat sekiz beraberlik şampiyonluk şansımızı yitirmişti. Real Madrid (d), Malaga, Villareal deplasman ve içeride, Alaves (d), Sevilla (d), Vigo (d), Espanyol (d)..
Sekiz beraberlik, bırakılan puan 16. Sekiz maçın altı tanesi deplasman. Ligi Real Madrid’in 9 puan gerisinde bitirmemizin sebebi deplasmanda bıraktığımız acı puanlar olmuştu. İlk sezona göre harika bir performanstı ama kendi fişimizi kendimiz çekmiştik.
Son Topta Şampiyonlar Ligi…
İlk sezonda Şampiyonlar liginden pek beklentim yoktu. Kadroma güveniyordum ama seviye bizden daha yüksekteydi. Yine de beklentilerimin üzerinde bir sezon geçirdik devler arenasında.
Grup kuramız orta şekerliydi. Paris gibi süpürücü bir takım olması her zaman avantajlıydı çünkü o klasmanda bir takım değildik henüz. Diğer takımlarda Fiorentina ile Dinamo Kiev oldu. Güzel bir kura olmuştu, Fiorentina gibi yakından tanıdığım bir takım ile karşılaşmak avantajdı. Kiev’de her zaman bir ucundan Türk rakip bulmayı başarmıştı.
Grup sıralaması öngörüldüğü gibi oldu. 1 mağlubiyet, 1 beraberlik ile ikinci sırada tamamladık.
Grubun sürpriz maçı Kiev ile evimizde aldığımız beraberlikti. Grup liderini belirleyen bir maçtı. 31. Dakikada yediğimiz golden sonra baskıyı ve oyunun kontrolünü almıştık ancak beraberlikten kurtulamadık.
Gruptaki tek yenilgimiz ise tahmin edildiği üzere Paris deplasmanında geldi. Madrid’de 3-1 mağlup ettiğimiz PSG, kendi evinde affı yoktu.
Başarılı bir grup aşamasından sonra rakibimiz Bayern04 olmuştu. Zorlu bir Alman’ya yolculuğumuz olacağını düşünüyordum. Hatta favori olsak bile Bayern’in bir sürpriz yapabileceğini düşünüyordum.
İlk maç evimizdeydi ve istemediğimiz bir durumdu. Turu evimizde bitirmemiz gerekiyordu. Ancak zorlandığımız bir maçtı ve 1-1 beraberlik ile Bayern04’ü evine ümitli göndermiştik. Almanya’dan çıkmanın planlarını o dakikadan sonra yapmaya başlamıştım.
Beklediğimizden daha kolay bir maç olmuştu. Harika hazırlanmıştık ve usta ayaklarımız ile Almanya’dan net bir skor ile bir sonraki turu kutlayarak dönmesini bildik. Bir sonra ki rakibimiz eski bir dost olmuştu. Milan!
Benim için hem güzel, hem de heyecanlı bir eşleşmeydi bu. 3 sene boyunca çalıştığım, iyi bir kadro bıraktığım Milan takımı ile karşılaşacaktım ve onları yenmek için can atıyordum.
İlk maçı evimizde oynayacaktık ve Bayern04 eşleşmesinde yaptığımız hatayı yapmamamız lazımdı. Milan deplasmanın ne kadar zorlu olduğunu herkesten daha iyi biliyordum.
Bu skor aslında harikaydı fakat Milan takımının performansını ve oyuncuların yeteneklerini o kadar iyi biliyordum ki, içim hala rahat değildi. San Siro’da zorlu bir maç bizleri bekliyordu.
Rövanşta daha defansif bir oyun ile sahaya çıkmıştım. Güçlü kanat oyunlarını durdurabileceğimden emindim ve öylede olmuştu. Maçı 1-0 kaybettik ama gol fazlası ile eski takımımı elemenin mutluluğunu ve iki sene üst üste Şampiyonlar ligi Yarı finali görmenin heyecanını yaşıyordum. Rakip yine Almanya’dan geliyordu Dortmund!
Yarı Final ilk maçına çıkmadan önce yine aynı şeyleri yaşamamak için ekstra bir konsantrasyonum vardı. Bu sezon bir türlü ilk maçı deplasmanda oynayamamıştık ama ilk defa bu turda şans bizden yanaydı ve içimden “Galiba Finale gidiyoruz” cümlesini kurmuştum.
Almanya’da 1-1 beraberlik ile ayrıldık. Bizim için bu skorun Finalin kapısını %70 yarılamış gözü ile bakıyorduk ama içerideki maç hiçte beklediğimiz gibi olmadı.
Karşılıklı gol düellosunun olduğu rövanşta Dortmund takımı ile 2-2 berabere kalmıştım. Benim için en kötü turlardan biriydi kariyerimde ki ve en acımasız elenmeydi bu.
90. dakikaya kadar önde götürdüğümüz maçı, 90+2 de benimde takip listemde olan Maffeo’nun ayağından yediğimiz gol ile turu hediye ettik. Bilgisayarı parçalamamak için zor tutmuştum kendimi, bu hissi her FM sever yaşamıştır, Allah bir daha kimseye yaşatmasın..
A.Madrid’de ki ilk şampiyonlar ligi deneyimimizde güzel ama bir o kadar da sonu hüzünlü bitmişti. Gelecek için ümidimizi arttırmıştı.
Kupalanamadık
Kendi ellerimiz ile verdiğimiz lig, sansasyonel bir şekilde elendiğimiz Şampiyonlar liginden sonra bir darbeyide Kupa maceramızda yedik.
Fuenlabrada ve Mirandes gibi kolay rakiplerin ardından, Çeyrek Final’de Levante’yi, Yarı Final’de Villareal’i elemeyi başarmıştık. Final rakibimiz sezon içerisinde hep üstünlük kurduğumuz Barselona olmuştu.
Sezon maçlarının özgüveni ile bu maçı da kazanacağımı düşünüyordum. Beklentilerin üstünde geçirdiğim bu sezonu bir de kupa ile kapatmak bizler için harika olacaktı.
Messi’nin erken golüne Correa ile cevap vermiştik. İlk yarının ardından, ikinci yarı Barselona’nın ataklarını durdurmasını başarmıştık. Maçı penaltılara götürmeyi hiç istemiyordum çünkü sene içerisinde bu tecrübeyi pek edinmemiştik ve rakip kaleci TerStegen’di.
Her iki taraf usta ayaklara sahip olmasına rağmen Barselona ilk 5 penaltısını bu usta ayaklarının çoğuna kullandırtmamıştı.
5-4 kaybettiğimiz penaltı atışlarında sezonun yıldız ismi Gelson Martins topu dışarı atmıştı ve Kupa finalinden de üzgün bir şekilde ayrılmıştık.
Bakıldığında beklentilerin üzerinde harika bir sezon geçirmiştik ama tüm kulvarlarda elimizin tersi ile ittiğimiz fırsatlar canımızı sıkmıştı. İlk sezonda bu kadar üst düzey performans sergilemek yönetimin bir sonraki yılda beklentileri yükseltmesi demek oldu. Bu yüzden yaz transfer bir hayli hareketli ve kabarık geçti bizim için. Atletico Madrid ile harika ikinci sezonum bir sonraki yazımda. Takipte kalın.